25 Ocak 2011 Salı

127 HOURS - KAYA VE DUVAR ARASINDA TEK BAŞINA

 

Artık tahmin yürütmek, olur mu olmaz mı demek için vakit geç. Bu sene 27 Şubat Pazar gecesi sahiplerini bulacak olan Oscar ödüllerine aday olan filmler bugün Akademi'den yapılan canlı yayınla açıklandı. Ödül sezonunun en önde gelen ama seyircileri de biraz bölen filmi, Danny Boyle imzalı 127 Hours - 127 Saat toplam 6 dalda adaylık elde etti. İki sene önce 'En İyi Film' ve 'En İyi Yönetmen' kategorileri de dahil toplam 8 Oscar ödülü kazandığı Slumdog Millionaire - Milyoner'den sonra Boyle yine iddialı. 'En İyi Film' ödülü zor belki ama eli boş da dönmeyecektir diye tahmin ediyorum. Özellikle kurgu kategorisindeki en güçlü adaylardan biri. Adaylıklar konusuna az sonra tekrar döneceğim ama öncelikle filmin kendisi hakkında birkaç söz söylemek lazım.

127 Saat öncelikle bir gerçek hayat hikayesi. Çok değil, 2003 yılında annesi de dahil olmak üzere kimselere haber vermeden sırtına çantasını vurduğu gibi Utah'a, Canyonlands Ulusal Parkı'na doğru yolculuğa çıkan genç dağcı Aron Ralston'un başından geçen korkunç bir kaza ve sonrasında yaşanan çok zorlu, sinir yıpratıcı kurtuluş öyküsünü anlatıyor. Bizzat olayın kahramanı Ralston'un kaleme aldığı Between a Rock and a Hard Place isimli kitaptan yönetmen Danny Boyle ve Simon Beaufoy tarafından uyarlanmış. 

127 Saat tek bir mekanda ve tek bir karakterle geçen bir film. Üstelik böyle tanımladığınız zaman hiç geçmezmiş gibi bir his yaratması muhtemel olmasına rağmen çok da çabucak geçiveren, su gibi akan bir film. Başrollerinde çoğunlukla gençlerin olduğu, video klip estetiğine sahip, hızlı kurgulu filmlerin altından büyük ustalıkla kalkan Boyle, bu yeteneğini bir kez daha olanca gücüyle ispat ediyor. Tekdüzelik tehlikesini kaçınılmaz olarak içinde bulundurma ihtimali olan böyle bir öykü için yapılabilecek en iyi şeyi yapıyor : bir an bile sıkıcı olmayan, sarkmayan, ölçülü klostrofobisinin içinde gayet de nefes alan bir film. Eğer klostorofobi duygusuna yenik düşmez de karakterin macerasına biraz olsun ortak olabilirseniz ne zaman geçtiğini bile anlamayacağınız bir 90 dakika sizi bekliyor. Ama gerçekten sezonun en iyilerinden biri olacak ya da 6 dalda Oscar'a aday olacak bir film mi?


Açıkçası Danny Boyle ayarındaki yönetmenlerin kendilerini bu kadar sık aralıklarla tekrar etmeleri üzücü bir durum. Yönetmenlerin filmografilerindeki filmleri arasında ortak temalar ve yaklaşımlar bulunması, her filmlerine kendilerine özgü imzalarını atmaları tabii ki çok doğal ve anlayışla karşılanacak bir durum. Ama iş, zirveyi gören başarının bir tekrarına soyunmaya gelince rengi ister istemez değişiyor. 127 Saat, kurgusundaki saygı duyulası buluşlara, incelikli senaryosuna, başroldeki James Franco'nun takdir edilesi performansına ve su gibi akıp gidivermesine rağmen ne yazık ki başından sonuna kadar yönetmeni Oscar'lara boğan bir önceki filmi Slumdog Millionaire'in hazır şablonuna oturtularak çekilmiş bir film. Hani bir yerlerden bir şeyleri zorlayıp, özellikle bir çıkarım yapmaya çalışmaya da gerek yok, ayan beyan bir şekilde gözümüzün önünde duruyor. SM'in kurgusal Jamal'inin yerini burada gerçek bir kişi alıyor, Jamal'in yarışmada sorulan sorular aracılığıyla geri dönülerek anlatılan hayat hikayesinin yerini, burada ölüme yaklaşma düşüncesi eşliğinde geri dönüşler yapılarak gözden geçirilen hayat hikayesi alıyor, hızlı ve video klip estetiğine sahip kurgu numaralarının yerini daha da fazla (hatta bol bol) hızlı ve video klip estetiğine sahip kurgu numaraları, A.R. Rahman'ın müthiş müziklerinin yerini de yine bizzat A.R. Rahman'ın yeni müzikleri alıyor. Hatta filmi yine bol depresif ve bu sefer yer yer bayağı da sabır zorlayan bir 'kendini iyi hisset' filmi olarak yorumlamak da gayet mümkün. Yani iki sene önce Danny Boyle'dan kendisine 8 Oscar kazandıran ne izlediyseniz, bu sene o başarının minimal ölçekte bir tekrarını izliyorsunuz. Oscar adaylıklarında gördüğümüz gibi ödül törenlerinde kendisine yer bulmasını garantileyen bir hazır paket bu. Ama ilk seferinde çok güzel işleyen formül, konu izleyiciler olunca bu defa herkeste aynı etkiyi pek bırakamıyor. Evet çok akıcı, dinamik, kurgusu güzel bir film ama dar mekanda geçen akıcı bir film olmaktan öteye 127 Saat'i bu kadar özel ve vazgeçilmez kılan ne var ki?? Danny Boyle'un artık ne desek boş olacak kurgu cambazlıkları mı yoksa A.R. Rahman'ın kendisini neredeyse bir pop yıldızı gibi üne kavuşturan SM soundtrackindeki performansının ödüllü formülünü birebir takip eden dinlemesi hoş ama fikri orijinallikten uzak olan müzikleri mi??

Filmi SM'den ayıran tek büyük farklılık ise James Franco'nun filmi tek başına sırtlaması. Gerçekten oldukça başarılı bir iş çıkartmış, adaylığını da aldı zaten. Özellikle 'radyoda sabah şovu' sahnesindeki performansı (hafiften İki Kule'deki Gollum - Smeagol kapışmasını andırsa da) son derece başarılı ve keyifliydi. En son prestijli performansını Sean Penn'le birlikte rol aldığı Milk'te izlediğimiz Franco, Örümcek Adam serisinin Harry'si olarak şöhrete kavuştuğu kariyerinde emin adımlarla ilerlemeye devam ediyor, kendisini takip etmek keyif verici. Filmin senaryosu ziyadesiyle başarılı ama, onu söyleyeyim. Kurgu anlamında SM'in izinde gitmiş olsa bile öyle bir durumda kalacak bir insanın kurtulmak için başvurabileceği ya da aklından geçireceği her şeyi çok güzel ve ölçülü şekilde dahil etmişler senaryoya. Gayet kaliteli. Ancak filmin özellikle son sahnelerinin oldukça zorlayıcı olduğunu, Boyle'un izleyiciyi rahatsız etmiş olmak için çekmiş olmamasına rağmen olağanca gerçekliğiyle göstermekten de çekinmediği kurtuluş dakikalarını bünyesi zayıf olan kişilerin gözlerini kaçırmadan, tansiyonlarını düşürmeden kolay kolay izleyemeyeceklerini de not etmek lazım. 

Şimdi yazacaklarım belki şaşırtıcı gelebilir ama benim açımdan durumu bu olsa bile 127 Saat'in 'En İyi Film' adaylığı dışındaki bütün kategorilerdeki adaylıkları gayet yerinde. Orijinallikten uzak, evet ama daha önce başarısı kanıtlanmış bir formülün birebir uygulayıcısı olduğunu söylemiştim zaten. Formül hazır olunca adaylıklar da cepte oluyor haliyle. En azından adaylığı hakettiği dallardan dışarı taşmadı. Kaçında ödülü kazanır, kaçında kazanamaz bilinmez. Slumdog Millionaire'i gerçekten çok sevmiş ve aldığı ödüllerin çoğunu da desteklemiş, Akademi'nin basit bir 'kendini iyi hisset' filmine ödül yağdırdığını söyleyerek kıyasıya eleştiren kişilere tersini savunmuştum ama bu sene de benzer bir tablo yaşanacak olursa o kişilerin arasına katılacakların önünde geleceğimi söylemek zorundayım. Çünkü Danny Boyle'u ve sinemasını seven birisi olmama rağmen benim açımdan 127 Saat en iyi film olmak için kategorideki diğer adaylarla aşık atacak seviyede olmaktan ziyade en fazla bir akşam oturup keyifle izlenecek, ardından müzikleri indirilip dinlenecek bir seyirlik. 

   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder